Çocukluk yıllarımda Kemalettin Tuğcu
hikayeleri ile başlayan okuma merakım, ilerleyen yıllarda Kerime Nadir, Halide
Edip romanları ile devam etmişti. Okul yıllarında başlayan Nazım Hikmet sevdam
ise, nöbetçi öğretmen tarafından yatakhanede yakalanıp, kitabıma el konması ile
başka bir boyut kazanmış, yasaklanan kitaplara karşı ben de garip bir tutku
yaratmıştı.
Ömer Seyfettin kitaplarının bile
yasaklandığı bir dönemde, yakılmaktan veya toplatılmaktan kurtardığım ve
“Gazilerim” adını taktığım kitaplarımın ise, kütüphanemde saygın ve özel bir
yeri vardır.
Dostlarla konuşurken, son aylarda
okuduklarım arasında beni en çok etkileyen kitabın Nilgül Doğan’ın yaşam öyküsünü
paylaştığı “Adını Siz Koyun” adlı kitabının olduğunu fark ettim.
Kitabın satırlarında gezinirken, 1930’lu
Harbiye’lilerden, idealist bir Türk subayı olan, babamın ve “subay eşi"
annemin benzer anılarını hatırladım.
Eğer bir subay eşi ve çocuğu iseniz,
kitabı okurken anıların bazıları size çok tanıdık gelecek, her seferinde
kırılıp dökülenleri, kaybolanları ile askeri hurca doldurulup yeni görev
yerlerine taşınan eşyalar, sürekli değişen okullar, adresler, pencerelerde
görev dönüşü yolları heyecanla gözlenen eşler, babalar, yürek yakan şehit
haberleri, Ağustos aylarında merakla beklenen terfiler ve hep hayal edilen,
torunlarla, çocuklarla beraber yaşanacak huzurlu emeklilik düşleri..
1939’da otuz üç bin kişinin hayatını
kaybettiği depremde, Erzincan’da görevli olan babam, evin yıkıntıları arasında
önce kılıcını aramış, eğrilen kılıcı, kınına sokamayınca görevi anneme
devrederek, askerler ve mahkumların katıldığı kurtarma çalışmaları için göreve koşmuş, annem ise, o zaman çok küçük olan ablamı bir kenara
bırakarak devlet malı olan kılıcı özenle korumuştu.
Babam Mehmet Ali Somer'in Erzincan depreminden kurtardığı kılıcı |
Babam ve tüm Türk subayları öyle eğitilmişlerdi, vatanı ve
vatan malını canları pahasına koruyacaklardı..
Şimdi o kılıç, hala yarısı kınına
girmemiş ve eğri bir durumda evimin duvarını süslüyor.
Çağdaş, aydın, Atatürk’cü bir komutan eşi, sevgili Nilgül
Doğan.
Silivri’de tanıdığım ve tanımaktan onur duyduğum, diğer komutanlarımızın
eşleri gibi.
Kitapta vatan sevgisiyle yoğrulmuş,
yaşamını hiçe sayarak vatana ömrünü
adamış kahraman bir Türk subayının, Atatürk’ün askeri bir komutan olan Sayın, Çetin Doğan’ın ve kendini insanlara,
topluma, karşılıksız gönüllü hizmete vermiş, uluslar arası platformda ülkemizi
başarıyla temsil etmiş örnek bir eşin yaşam öyküsünü gururla okuyorsunuz..
……ve 20. Ocak. 2010 tarihinde bir
gazete haberi ile başlayan kabus gibi günler.
Eğer hala Silivri’de neler
yaşandığını bilmiyorsanız, hiç duruşma izlemediyseniz, suçlamaları ve
savunmaları bilmiyorsanız, bu kitabı okumalısınız derim, gerçekleri bilmek
sizin de hakkınız..
“Kitabı bitirdiğimde boğazımda yutkunamadığım bir
yumru oluştu, gözlerimde de boşanmak üzere olan isyan dolu yaşlar…”
Son söz;
Silivri’de bir duruşma günü sevgili Nilgül Doğan kitabımı şu notla imzalamıştı..
Silivri’de bir duruşma günü sevgili Nilgül Doğan kitabımı şu notla imzalamıştı..
“Bir kitap yazdım ama, bulduğum
hiçbir isim yaşadıklarımızın anlamını tanımlamaya yetmedi. Lütfen adını siz koyun. 07.02.2012”
Bu
kitabı, henüz dört yaşında olan ikiz torunlarım için özenle saklayacağım.
Gelecekte onların, şerefli Türk subaylarına, bilim adamlarına,
tarihçilere, hukukçulara, gazetecilere, Türkiye’yi yönetecek seçilmişlere ve ailelerine reva görülen bu zulmün, yaşatılanların ve yaşananların adını “daha iyi” koyacaklarına eminim….
Nuray Somer Bozbey