31 Mayıs 2012 Perşembe

ADINI TARİH KOYACAK !!!!


Çocukluk yıllarımda Kemalettin Tuğcu hikayeleri ile başlayan okuma merakım, ilerleyen yıllarda Kerime Nadir, Halide Edip romanları ile devam etmişti. Okul yıllarında başlayan Nazım Hikmet sevdam ise, nöbetçi öğretmen tarafından yatakhanede yakalanıp, kitabıma el konması ile başka bir boyut kazanmış, yasaklanan kitaplara karşı ben de garip bir tutku yaratmıştı.


Ömer Seyfettin kitaplarının bile yasaklandığı bir dönemde, yakılmaktan veya toplatılmaktan kurtardığım ve “Gazilerim” adını taktığım kitaplarımın ise, kütüphanemde saygın ve özel bir yeri vardır.


Dostlarla konuşurken, son aylarda okuduklarım arasında beni en çok etkileyen  kitabın Nilgül Doğan’ın  yaşam öyküsünü paylaştığı “Adını Siz Koyun” adlı kitabının olduğunu fark ettim.


 Kitabın satırlarında gezinirken, 1930’lu Harbiye’lilerden, idealist bir Türk subayı olan, babamın ve “subay eşi" annemin benzer anılarını hatırladım.


Eğer bir subay eşi ve çocuğu iseniz, kitabı okurken anıların bazıları size çok tanıdık gelecek, her seferinde kırılıp dökülenleri, kaybolanları ile askeri hurca doldurulup yeni görev yerlerine taşınan eşyalar, sürekli değişen okullar, adresler, pencerelerde görev dönüşü yolları heyecanla gözlenen eşler, babalar, yürek yakan şehit haberleri, Ağustos aylarında merakla beklenen terfiler ve hep hayal edilen, torunlarla, çocuklarla beraber yaşanacak huzurlu emeklilik düşleri..


1939’da otuz üç bin kişinin hayatını kaybettiği depremde, Erzincan’da görevli olan babam, evin yıkıntıları arasında önce kılıcını aramış, eğrilen kılıcı, kınına sokamayınca görevi anneme devrederek, askerler ve mahkumların katıldığı kurtarma çalışmaları için göreve koşmuş, annem ise, o zaman çok küçük olan ablamı bir kenara bırakarak devlet malı olan kılıcı özenle korumuştu.
Babam Mehmet Ali Somer'in Erzincan depreminden kurtardığı kılıcı


Babam ve tüm  Türk subayları öyle eğitilmişlerdi, vatanı ve vatan malını canları pahasına koruyacaklardı..
Şimdi o kılıç, hala yarısı kınına girmemiş ve eğri bir durumda evimin duvarını süslüyor.


Çağdaş, aydın,  Atatürk’cü bir komutan eşi, sevgili Nilgül Doğan.


Silivri’de tanıdığım ve  tanımaktan onur duyduğum, diğer komutanlarımızın eşleri gibi.


Kitapta vatan sevgisiyle yoğrulmuş, yaşamını  hiçe sayarak vatana ömrünü adamış kahraman bir Türk subayının, Atatürk’ün askeri bir komutan   olan Sayın, Çetin Doğan’ın ve kendini insanlara, topluma, karşılıksız gönüllü hizmete vermiş, uluslar arası platformda ülkemizi başarıyla temsil etmiş örnek bir eşin yaşam öyküsünü gururla okuyorsunuz..


……ve 20. Ocak. 2010 tarihinde bir gazete haberi ile başlayan kabus gibi günler.


Eğer hala Silivri’de neler yaşandığını bilmiyorsanız, hiç duruşma izlemediyseniz, suçlamaları ve savunmaları bilmiyorsanız, bu kitabı okumalısınız derim, gerçekleri bilmek sizin de hakkınız..


Kitabı bitirdiğimde boğazımda yutkunamadığım bir yumru oluştu, gözlerimde de boşanmak üzere olan isyan dolu yaşlar…”


Son söz;
 Silivri’de bir duruşma günü sevgili  Nilgül Doğan kitabımı şu notla imzalamıştı..


“Bir kitap yazdım ama, bulduğum hiçbir isim yaşadıklarımızın anlamını tanımlamaya  yetmedi. Lütfen adını siz koyun. 07.02.2012”


Bu kitabı, henüz dört yaşında olan ikiz torunlarım için özenle saklayacağım. Gelecekte onların, şerefli Türk subaylarına, bilim adamlarına, tarihçilere, hukukçulara,  gazetecilere, Türkiye’yi yönetecek seçilmişlere  ve ailelerine  reva görülen bu zulmün, yaşatılanların ve  yaşananların adını “daha iyi”  koyacaklarına eminim….


Nuray Somer Bozbey