7 Mart 2013 Perşembe

EMEKLİ KARA KUVVETLERİ KOMUTANI ORGENERAL AYTAÇ YALMAN;


"Babasız büyüyen bir komutan  
                    ve   
Babasını bekleyen çocuklar …"

Mersin’de İl Kültür Müdürü olduğum yıllardı. O akşam Mersin Halkevi  Kültür merkezinde,  Gürer  Aykal yönetiminde,  bir klasik müzik dinletisi  vardı ve  Adana’dan özel bir konuk gelmişti ;
6. Kolordu Komutanı Korgeneral Aytaç Yalman….
Opera ve Bale müdürümüzün odasında kendisiyle tanıştık, tam bir klasik sanat müziği tutkunuydu.  Gürer Aykal ile yaptıkları sohbeti zevkle ve müzik bilgisine duyduğum hayranlıkla dinledim.   Harbokulu 1930 mezunu, emekli bir subay  olan Babam da aynı onun gibi klasik müzik tutkunuydu ve  çok zengin bir plak koleksiyonu vardı. Sohbet sırası bana gelince, asker kızı olduğumu ve babamın tanıdığım tüm arkadaşlarının da klasik sanat müziği tutkunu olduklarını söyledim. Aytaç Yalman Paşanın  gözleri buğulandı…
“ Benim  babam da 1930 mezunu” diye yanıtladı. 
Babamın arkadaşlarının çoğunu tanırdım ama onun babasının ismini  hatırlayamadım. Hatırlayamamakta da haklıydım, çünkü baba Yalman, oğlu daha iki yaşında iken, hayatını kaybetmişti. Aytaç Yalman  babasını hiç tanımamıştı…
1930 Harp Okulu mezunlarının çoğu,   babaları  savaşlarda şehit düşmüş, köyleri basılmış, evleri yakılmış ve  aileleri dağılmış yetim çocuklardı. Babam okulda yatak sayısı yetersiz olduğu için, bazen iki arkadaş aynı yatakta yattıklarını anlatırdı. İlerde silah arkadaşlığı olarak devam edecek olan yatılı ve katı disiplinli askeri okul arkadaşlığı, kardeşlikten ileri bir yakınlıkla, onları birbirine bağlıyordu. Emeklilik yıllarında ve ölünceye kadar bu dostluk ve kardeşlik bağları  sürdü. Yaşamları boyunca birbirlerini, özellikle kötü günlerinde, hiç yalnız bırakmadılar.
İmtihanlardan sonra okul bahçesinde 28.04.1929

Babamın çok sevdiği arkadaşlarından birisini hatırlıyorum. Ailede babam da dahil herkes ona  “Süleyman birader" derdi. O, Emekli olduktan sonra, Hukuk Fakültesi sınavlarına girmiş, kazanmış ve avukat olmuştu. Kaderin bir cilvesi olarak, yıllar sonra  “devrim  uğruna” ağır bir  suç işleyen evladını  avukatı olarak savunmak zorunda kalmıştı… 
 Herkes o davayı izlemeye gitmek için  korkarken,  silah arkadaşları ve babam salonda onu hiç yalnız bırakmamışlardı.
Savunma sonrası duruşma salonundan çıkınca,  babamın kollarında bayılan arkadaşının durumu babamı kahretmiş, her seferinde ağlayarak hatırlar olmuştu. 
Yıllar içinde,  silah arkadaşlarının ölüm haberlerini teker teker aldıkça babamın nasıl üzüldüğünü,  bizlerle defalarca paylaştığı, özel anılarından  hatırlıyorum.
Mersin’deki Konser bitiminde, eşimle birlikte komutanımızı saygıyla uğurladık. Daha sonra, Adana’da makamında  ziyaret ettim. Babalarımızdan  söz ettik ve onları  özlemle andık.
Tanışmamızdan kısa bir süre sonra, orgeneralliğe terfi eden ve  2. Ordu komutanlığına atanan Aytaç Yalman'ın Adana’da garnizondaki  veda törenine eşim ve ben de davetliydik. Kendisine  özel bir armağan götürmeyi planladım.
1930 mezunlarının Fenerbahçe orduevindeki  40. Mezuniyet yılları kutlamasında sınıf arkadaşlarından Namık Kemal Revi harika iki armağan hazırlamıştı arkadaşlarına. Birisi,  yılların birikmiş anıları ve özenle derlenen belgelerle hazırlanmış okul yıllığı idi. diğeri ise, mezunların fotoğraflarından hazırlanmış büyük bir tablo. 
Bu tablonun güzel ve anlamlı bir armağan olacağını düşündüm, çünkü  babalarımızın bütün arkadaşlarının  fotoğrafları  bu tabloda idi. Bir çok baba dostunu Aytaç Yalman tanıyamamıştı.  Hemen kopyasını hazırlattım, özenle paketledim, artık Adana’ya gitmeye hazırdım.
Adana’da 6 Kolordu komutanlığında çok güzel bir hazırlık yapılmıştı. Komutanıma armağanımı takdim ettim ve hikayesini anlattım.
Hediyemi aldı, teşekkür etti ve gözleri dolarak “Ben babamı hiç bilmiyorum, fotoğrafını tanıyamam ki ” diye yanıtladı.
Bu yanıt beni çok duygulandırdı, çünkü o genç yaşta hayatını kaybeden saygın bir askeri hakimin 2 yaşında yetim kalmış oğluydu…

Çağdaş  Cumhuriyetimize, onun  ulusal  yapısına, milli birlik ve beraberliğimize ve de Atatürk gibi  kahraman bir devlet kurucusu ve  lideri yetiştirmiş Türk Silahlı Kuvvetlerimize karşı, günümüzde  yürütülen “planlı itibarsızlaştırma" hareketini boşa çıkarmak için, işte bu saygın komutanımızın vereceği bir ifadenin bile yeterli olabileceği, iftiraya uğramış tüm mağdurlar, aileleri ve çocukları tarafından bekleniyordu. Ancak babasız kalmış tüm çocukların "sessiz çığlıkları" maalesef  kendisi tarafından duyulmadı.
 Duyuldu ise de, gereği yapılmadı veya “yapılamadı" ve saygın komutanımız, silah arkadaşlarının yargılandığı “özel" yetkili mahkemede tanıklık yaparak,  “tarihe geçme" fırsatını  ve onurunu ne yazık ki kaçırdı.
Ürkek bir serçe gibi eğme başını, kaldır başını ve dimdik dur!
bu senin değil, ülkemin ayıbı, hırpalanmış yerlerinden öperim çocuk..
"Nazım Hikmet"
  İftiraya uğradıklarına ve kendilerine karşı amansız bir psikolojik harekat yürütüldüğüne inanan kahraman subayların   eşleri yalnız, çocukları ise  babasız kaldı…
Subay kızı, emekli bir Cumhuriyet öğretmeni ve iki çocuk annesi çağdaş bir Türk kadını olarak bu olay bende tarifi imkansız bir hayal kırıklığı ve isyan dolu buruk bir hüzün yarattı.....