30 Kasım 2012 Cuma

ŞERİAT VE KADIN "SORAYAYI TAŞLAMAK"

İran’da yaşanmış bir olaydan senaryolaştırılmış bir yaşam öyküsü. Geçtiğimiz aylarda, kimseler kırılmasın üzülmesin, diye sessizce vizyona girdi ve sanırım kısa sürede de gösterimi bitti. Romanı İran’da yasaklanmıştı, filminin de oynatılmaması için diplomatik baskılar yapıldığı söyleniyor.
Başrollerini Oscar adayı İran’lı aktris Shohreh Aghdashloo ve ünlü aktör James Caviezel’in paylaştığı Film 1986 yılında İran’ın Kupayeh köyünde geçiyor, gazeteci Freidoune (James Caviezel) İran’ın Kupayeh köyünden geçerken yolda arabası bozulur. Arabasını tamire bırakırken, siyah çarşaflı, köylü bir kadın olan Zehra onun yabancı bir gazeteci olduğunu anlar. Şeriat kurallarının zor şartlarına rağmen onunla konuşmaya çalışan Zehra, ona bir gün önce yaşanan hikayeyi anlatmak ve olayı tüm dünyaya duyurmak istemektedir. Gazeteci, herkesin deli dediği bu kadına pek inanmasa da, gazeteciliğin verdiği merakla kaseti teybine koyar, kayıt düğmesine basar 
ve Zehra anlatmaya başlar…      
Zehra’nın yeğeni Soraya, yani Süreyya, 13 yaşında evlendirildiği Ali ile 22 yıldır sürekli dövülerek yaşamak zorunda kalan, 2 erkek ve babaları tarafından insan yerine konmayan 2 kız çocuğu sahibi güzel bir kadındır. Ali, komşu köyde gardiyan olarak çalışırken, idam mahkumu bir adamın 14 yaşındaki kızına gönlünü kaptırır. Rüşvetle, adamı idamdan kurtaracak, buna karşılık kızıyla evlenecektir.. Aslında şeriat kurallarına göre, onu da eş olarak alabilir ama parası iki kadına bakmaya yetmeyeceği için  Süreyya’dan boşanmak ister. Süreyya ise, kendi ve çocuklarının bakımı için, bunu kabul etmez.
Süreyya’dan bir türlü kurtulamayan Ali’nin bir gün fırsat ayağına gelir. Komşuları Haşim’in karısı ölünce, Süreyya, kocasının da onayı ile, hem iyi niyeti hem de para kazanma zorunluluğuyla onlara yemek yapıp yardım etmeye başlar. Acımasız koca Ali, zamanla Süreyya’nın sadakatsiz olduğu yalanını, önce her türlü hile, rüşvet ve yalana açık olan Molla’ya ve yine o adalet sisteminin bir parçası olan Muhtar’a, anlatmaya çalışır. Tehditle bulunan yalancı şahitlerle de örgüt tamamlanır. Herkes çıkarını hiç önemli olmayan bu kadının hayatından önde tutar. Ali’nin herkesi ikna etmekte hiç de zorlanmadığı bu süreçte, şeriat kanunlarının da erkeğin yanında olmasıyla, Süreyya'nın cezası  netleşir. İslami kurallara göre, Recm (taşlanma) cezası uygulanmalıdır.…
Bu gerçek hikayede kanınızı donduran ise Süreyya’nın ve tüm kadınların bu kanun hükmündeki kararı sessizce kabullenişi ve Süreyya’nın abdest alıp, saçlarını Zehra’ya özenle taratıp, beyazlar giyerek kadınlardan oluşan kalabalık bir güruhla taşlanacağı alana gidişi…
Beline kadar bir çukura gömülen ve elleri arkadan bağlanan Süreyya’yı, önce babası taşlar, sonra da kocası Ali. Bir türlü denk gelemeyen taşlarla iyice sinirlenen Ali sonunda ilk ve en acılı vuruşunu tam isabetle yapar, Süreyya’nın alnının ortasına.. Başına isabet eden bu taşla Süreyya’nın başının arkaya gitmesi unutulmaz bir vahşet görüntüsü. Ardından taşlama sırası, kurallara göre, geleceğin Ali’leri olan Süreyya’nın küçük oğullarına gelir. Annelerini taşlayacaklar, taşlarlar da...
Filmde ara ara uluslararası platformda da gündeme gelen, “Recm” cezasının korkunçluğunu, din adına yavaş yavaş olağanüstü bir vahşetle öldürülen bir kadının gözlerindeki acı ve korkuyu ve onu şehvetle taşlayan erkeklerin acımasız coşkusunu ürpererek izliyorsunuz.
Soraya taşlanarak öldürüldükten sonra yakılıyor, iffetsiz olduğu için mezarı bile yok. Ertesi sabah teyzesi Zehra, Soraya'dan kalan bir kaç kemiği köpeklerden kurtarıp yıkayarak bir yere gömebiliyor gizlice...
Yakalansa, onun da sonu aynı olacak.
Aslında bize pek yabancı değil bu hikaye..
Tecavüze uğradıkları için öldürülen, baba ve abilerin tecavüz ettikleri ve daha sonra öldürdükleri ve hatta canlı canlı gömdükleri küçücük kızlarımızın hikayelerini son günlerde gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinde sıkça okur olduk. Tecavüz edenlere bir şey yapılmıyordu veya yapılamıyordu. Çünkü tecavüz eden vurulur veya suçlanırsa kan davası yürürlüğe giriyordu. Halbuki tecavüz edilerek kirlendiğine inanılan kızlar zaten değersiz oldukları için bir çukura atılmaları en doğal çözüm yoluydu.
Kısa bir süre önce, kız kardeşine tecavüz edeni öldürdüğü için, hapiste olan bir gençle yapılan söyleşiyi okumuştum gazetede. Kendisiyle hapishanede röportaj yapan gazeteciye bunları anlatmıştı. . Röportajın yapıldığı saatlerde ise tecavüzcüyü öldüren gencin kardeşi öldürülmüş ve kan davası başlamıştı bile..
Filmi izlerken Soraya "Süreyya" adi bana eski İran'ı hatırlattı. Çocukluğumun İzmir'inde İran Şahı ve kraliçe Süreyya İzmir'e gelmişlerdi, toplanıp görmeye gitmiştik. Zarafeti, giysileri ve güzelliği ile büyülemişti herkesi. O günden sonra İran rüyalarımın hayal ülkesi olmuştu. Her hafta Hayat Mecmuası'nda o günlerin modern ve çağdaş İran'ının haberlerini merakla ve beğeni ile takip eder olmuştum.

Ya günümüzde ????
Ünlü Amerikalı yazarların ve tarihçilerin “İran modernleşecek, Türkiye ise İran'ın bu günkü haline dönecek” yorumları yaptıkları günümüzde, "Soraya’yı taşlamak" filmi sizleri de düşündürecektir sanırım...
Devlet ve mahalle baskısının “kişisel menfaat” ile birleşince, tek tek bireyleri ve toplumun bütününü nasıl gaddar bir hale dönüştürebildiğini göreceksiniz.
“Olmayacak” zannedilen olayların nasıl kolayca “örgütlenebildiğini” anlayacaksınız.
İyilik ve yardım temeline dayanan kutsal din faktörünün, çağdışı düşünceler ile beslendiğinde, nasıl bir “canavar” örgütlenmeye sebep olabildiği gerçeğine ulaşacaksınız.
Unutmayınız ki, en çağdaş görünen toplumlar bile, dini duyguları sömürülerek, dayanılmaz bir baskı altında, kısa bir süre içinde, ilkel toplumlar haline dönüşebilir.
Çağdaş bir toplum olmak için, Türkiye’de bu gerçeğin iyi bilinmesinde sayısız faydalar vardır.
İrticaya karşı uyanık olmayı hiç unutmamak ve unutturmamak biz çağdaş cumhuriyetçilerin vazifesi olmalıdır.
Keşke ülkemizdeki şeriat özlemi çeken kadınlarımız da gerçek bir hayat öyküsü olan bu filmi seyredebilse. . .

      MOLLA EFENDİ BAĞIRIR;
     TAŞLAYIN, ONA ATTIĞINIZ HER TAŞ SİZE ONUR OLARAK GERİ GELECEK !!!!.