Başrollerini Oscar adayı İran’lı aktris Shohreh Aghdashloo ve
ünlü aktör James Caviezel’in paylaştığı Film 1986 yılında İran’ın Kupayeh
köyünde geçiyor, gazeteci Freidoune (James Caviezel) İran’ın Kupayeh köyünden
geçerken yolda arabası bozulur. Arabasını tamire bırakırken, siyah çarşaflı,
köylü bir kadın olan Zehra onun yabancı bir gazeteci olduğunu anlar. Şeriat
kurallarının zor şartlarına rağmen onunla konuşmaya çalışan Zehra, ona bir gün
önce yaşanan hikayeyi anlatmak ve olayı tüm dünyaya duyurmak istemektedir.
Gazeteci, herkesin deli dediği bu kadına pek inanmasa da, gazeteciliğin verdiği
merakla kaseti teybine koyar, kayıt düğmesine basar
ve Zehra anlatmaya başlar…
Zehra’nın yeğeni Soraya, yani Süreyya, 13 yaşında evlendirildiği Ali ile 22 yıldır sürekli dövülerek yaşamak zorunda kalan, 2 erkek ve babaları tarafından insan yerine konmayan 2 kız çocuğu sahibi güzel bir kadındır. Ali, komşu köyde gardiyan olarak çalışırken, idam mahkumu bir adamın 14 yaşındaki kızına gönlünü kaptırır. Rüşvetle, adamı idamdan kurtaracak, buna karşılık kızıyla evlenecektir.. Aslında şeriat kurallarına göre, onu da eş olarak alabilir ama parası iki kadına bakmaya yetmeyeceği için Süreyya’dan boşanmak ister. Süreyya ise, kendi ve çocuklarının bakımı için, bunu kabul etmez.
ve Zehra anlatmaya başlar…
Zehra’nın yeğeni Soraya, yani Süreyya, 13 yaşında evlendirildiği Ali ile 22 yıldır sürekli dövülerek yaşamak zorunda kalan, 2 erkek ve babaları tarafından insan yerine konmayan 2 kız çocuğu sahibi güzel bir kadındır. Ali, komşu köyde gardiyan olarak çalışırken, idam mahkumu bir adamın 14 yaşındaki kızına gönlünü kaptırır. Rüşvetle, adamı idamdan kurtaracak, buna karşılık kızıyla evlenecektir.. Aslında şeriat kurallarına göre, onu da eş olarak alabilir ama parası iki kadına bakmaya yetmeyeceği için Süreyya’dan boşanmak ister. Süreyya ise, kendi ve çocuklarının bakımı için, bunu kabul etmez.
Bu gerçek hikayede kanınızı donduran ise Süreyya’nın ve tüm
kadınların bu kanun hükmündeki kararı sessizce kabullenişi ve Süreyya’nın
abdest alıp, saçlarını Zehra’ya özenle taratıp, beyazlar giyerek kadınlardan
oluşan kalabalık bir güruhla taşlanacağı alana gidişi…
Beline kadar bir çukura gömülen ve elleri arkadan bağlanan
Süreyya’yı, önce babası taşlar, sonra da kocası Ali. Bir türlü denk gelemeyen
taşlarla iyice sinirlenen Ali sonunda ilk ve en acılı vuruşunu tam isabetle
yapar, Süreyya’nın alnının ortasına.. Başına isabet eden bu taşla Süreyya’nın
başının arkaya gitmesi unutulmaz bir vahşet görüntüsü. Ardından taşlama sırası,
kurallara göre, geleceğin Ali’leri olan Süreyya’nın küçük oğullarına gelir. Annelerini taşlayacaklar, taşlarlar da...
Filmde ara ara uluslararası platformda da gündeme gelen, “Recm”
cezasının korkunçluğunu, din adına yavaş yavaş olağanüstü bir vahşetle
öldürülen bir kadının gözlerindeki acı ve korkuyu ve onu şehvetle taşlayan
erkeklerin acımasız coşkusunu ürpererek izliyorsunuz.
Soraya taşlanarak öldürüldükten sonra yakılıyor, iffetsiz olduğu
için mezarı bile yok. Ertesi sabah teyzesi Zehra, Soraya'dan kalan bir kaç
kemiği köpeklerden kurtarıp yıkayarak bir yere gömebiliyor gizlice...
Yakalansa, onun da sonu aynı olacak.
Yakalansa, onun da sonu aynı olacak.
Aslında bize pek yabancı değil bu hikaye..
Tecavüze uğradıkları için öldürülen, baba ve abilerin tecavüz
ettikleri ve daha sonra öldürdükleri ve hatta canlı canlı gömdükleri küçücük
kızlarımızın hikayelerini son günlerde gazetelerin üçüncü sayfa haberlerinde
sıkça okur olduk. Tecavüz edenlere bir şey yapılmıyordu veya yapılamıyordu.
Çünkü tecavüz eden vurulur veya suçlanırsa kan davası yürürlüğe giriyordu.
Halbuki tecavüz edilerek kirlendiğine inanılan kızlar zaten değersiz oldukları
için bir çukura atılmaları en doğal çözüm yoluydu.
Kısa bir süre önce, kız kardeşine tecavüz edeni öldürdüğü için,
hapiste olan bir gençle yapılan söyleşiyi okumuştum gazetede. Kendisiyle
hapishanede röportaj yapan gazeteciye bunları anlatmıştı. . Röportajın
yapıldığı saatlerde ise tecavüzcüyü öldüren gencin kardeşi öldürülmüş ve kan
davası başlamıştı bile..
Filmi izlerken Soraya "Süreyya" adi bana eski İran'ı
hatırlattı. Çocukluğumun İzmir'inde İran Şahı ve kraliçe Süreyya İzmir'e
gelmişlerdi, toplanıp görmeye gitmiştik. Zarafeti, giysileri ve güzelliği ile
büyülemişti herkesi. O günden sonra İran rüyalarımın hayal ülkesi olmuştu. Her
hafta Hayat Mecmuası'nda o günlerin modern ve çağdaş İran'ının haberlerini
merakla ve beğeni ile takip eder olmuştum.
Ya günümüzde ????
Ünlü Amerikalı yazarların ve tarihçilerin “İran modernleşecek,
Türkiye ise İran'ın bu günkü haline dönecek” yorumları yaptıkları günümüzde,
"Soraya’yı taşlamak" filmi sizleri de düşündürecektir sanırım...
Devlet ve mahalle baskısının “kişisel menfaat” ile birleşince, tek
tek bireyleri ve toplumun bütününü nasıl gaddar bir hale dönüştürebildiğini
göreceksiniz.
“Olmayacak” zannedilen olayların nasıl kolayca
“örgütlenebildiğini” anlayacaksınız.
İyilik ve yardım temeline dayanan kutsal din faktörünün, çağdışı
düşünceler ile beslendiğinde, nasıl bir “canavar” örgütlenmeye sebep olabildiği
gerçeğine ulaşacaksınız.
Unutmayınız ki, en çağdaş görünen toplumlar bile, dini duyguları
sömürülerek, dayanılmaz bir baskı altında, kısa bir süre içinde, ilkel
toplumlar haline dönüşebilir.
Çağdaş bir toplum olmak için, Türkiye’de bu gerçeğin iyi
bilinmesinde sayısız faydalar vardır.
İrticaya karşı uyanık olmayı hiç unutmamak ve unutturmamak biz
çağdaş cumhuriyetçilerin vazifesi olmalıdır.
Keşke ülkemizdeki şeriat özlemi çeken kadınlarımız da gerçek bir
hayat öyküsü olan bu filmi seyredebilse. . .
MOLLA EFENDİ BAĞIRIR;
TAŞLAYIN, ONA ATTIĞINIZ HER TAŞ SİZE ONUR OLARAK GERİ GELECEK !!!!.
MOLLA EFENDİ BAĞIRIR;
TAŞLAYIN, ONA ATTIĞINIZ HER TAŞ SİZE ONUR OLARAK GERİ GELECEK !!!!.