14 Kasım 2012 Çarşamba

KIZ TEKNİK YÜKSEK ÖĞRETMEN OKULU ve ATATÜRK'ÜN KIZLARI


Köy enstitülerinin kapatılmasının sebep ve sonuçlarının  sıkça gündeme geldiği ve tartışıldığı  son zamanlarda, benzer amaçla kurulmuş, çok köklü ve tarihi bir geçmişi olan Mesleki Teknik Eğitimi de hatırlamak gerektiğini düşünüyorum.
Atatürk’ün izlerinin yavaş yavaş silinmeye çalışıldığı günümüzde onun;


Bir toplum daha ziyade  aile yoluyla, bilhassa kadın yoluyla kazanılabilir.

Genç öğretmen, Anadolunun içlerine sokulacaksın, oradaki genç kızları, hatta bunların içinde hiç Türkçe bilmeyenleri toplayacaksın.
Onları, toplumumuzun şartlarına göre yetiştirecek, sonra birer ışık huzmesi olarak köylere göndereceksin.
Git, memleketin içine gir, dağ köylerine uzan, orada bizden ışık bekleyen yarının annelerini bulacaksın...  
                                               
sözleriyle yüreklendirdiği öğretmenlerin yetiştiği ve Anadolu'ya  dağıldığı, Atatürk tarafından 1934 yılında, eğitimcileri yabancı ülkelerden getirilerek açılan Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulu unutulabilir  mi ?


ATATÜRK OKULUMUZDA
ATATÜRK'ÜN OKULUMUZU ZİYARETLERİ



Geçmiş yıllarda Kız Enstitüleri  yörenin kızlarının eğitimini önemseyen ailelerin  seçtiği  okullardı. İlkokuldan sonra esas kısmına gidebilir veya ortaokulu başka okulda okuyarak liseyi özel bölümünde okuyabilirdiniz. Ayrıca sonradan adı  Pratik Kız Sanat Okulu olarak değişen Akşam Kız Sanat Okulları vardı, kurs niteliğinde olan bu bölümlerde genç kızlara ve hanımlara seçtikleri branşta kurslar verilirdi.

Kız Enstitülerinden mezun olduktan sonra dilerseniz, yüksek kısmına devam ederek, Kız Enstitüsü öğretmeni olabilirdiniz. Ama bunun için önce merkezi sistem sınavı kazanmanız, sonra da öğretmenler kurulu tarafından aday gösterilmeniz gerekirdi. Bu aşamalardan sonra sıra Ankara’da okuldaki beş ayrı dalda yapılan sınavlara  gelirdi. Mesleki bilgilerinizin yanı sıra    resimden  de sınava girmeli idiniz. Öğretmen olacağınıza göre, yazınız güzel, çizgileriniz ve  estetik yeteneğiniz  de  iyi  olmalıydı. Son olarak, mülakat sınavı yapılırdı, giyiminiz, duruşunuz, ses tonunuz ve  hitabet kabiliyetinizle sınav komitesini  “öğretmen adayı" olabileceğinize inandırmanız gerekirdi.
KIZ TEKNİK YÜKSEK ÖĞRETMEN OKULU
 SIHHIYE-ANKARA
1969 YILINDA SON MEZUNLARINI VEREREK
 BEŞEVLERE TAŞINDI.

Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulu, DTCF ile Ankara Radyo evinin arasında, güzel bir mimariye sahip olan,  her köşesinde, mezunlarının yığınla anılar biriktirdiği, çok özel bir okuldu.

Tüm sınavları kazanıp okula tedirgin ve şaşkın bir taşralı olarak başladığınız gün büyük sınıfların sizleri sevgiyle kucaklaması ile bütün tedirginliğiniz gider, içinizi telaşlı bir sevinç kaplardı.
Yatakhanede yatağınız, koridorlarda dolabınız hazır olur, yerleşme telaşından sonra dostluklar başlardı. Yurdun her şehrinden ve yavru vatan Kıbrıs’tan bir yığın arkadaşınız olurdu birden bire….

Küçük sınıflar sadece cumartesi ve  pazar günleri dışarı çıkabilirlerdi. Öyle olunca sıcacık yatılı okul kardeşliği, yemekhane, kantin ve okul lokalindeki sohbetlerle  kucaklardı sizi.

O yıllar Kıbrıs büyük sorunlar yaşıyordu. Rauf Denktaş'ın Ankara'da sürgünde olduğu yıllardı. Kıbrıslı arkadaşlarımız kaygı ve üzüntü ile ailelerinden haber beklerlerdi. Kıbrıs için yapılan miting ve eylemlerde onları yalnız bırakmaz, yürüyüşlerde, eylemlerde bizler de “Kıbrıs Türktür, Türk kalacaktır !!!” diye sesimiz kısılıncaya kadar bağırırdık.

CUMHURİYETİN İLK KADIN ÖĞRETMENLERİNDEN REFET ANGIN
Öğretmenlerimiz Cumhuriyet’in kuruluşunu yaşamış, çok özel isimlerdi, ilk kadın öğretmenlerden Refet Angın, Atatürk’ün önerisi ile tarih öğretmeni olarak, İnkılap Tarihini öğretmeyi,  gelecek kuşaklara aktarmayı büyük bir heyecanla ve gururla yerine getirir, Atatürk’ün adını anarken ayağa kalkarak ve gözleri dolarak konuşurdu. İlk yıl okul müdürümüz daha sonra genel müdürümüz olan sevgili Neriman Gülmen, Atatürk'ün bir okul pikniğinde onunla konuşup başını okşadığını  gururla anlatırdı. Sabiha Gökçen, Afet İnan, Nermin Abadan, Rasim Adasal okulumuza en sık gelen ve dinlemekten zevk aldığımız saygın isimlerdi.

Köy Enstitüsü mezunu öğretmenlerimiz de vardı, Prof Ayşe Baysal, Köy Enstitüsünden sonra, KTYÖ Okulunu da bitirmiş, eğitimini Amerika’ da tamamladıktan sonra, Hacettepe Üniversitesinde bölüm başkanı olmuştu. Özellikle Konya- Ermenek şivesi ile anlattığı derslerini zevkle izlerdik. “sıçan laboratuvarındaki deneylerde” diye başlayarak anlattığı beslenme konuları hala kulaklarımda.

Resim bölümünün sınıf mevcudu hep çok az olurdu. Bizim dönemimizde, yanlış hatırlamıyorsam, Türkiye genelinden özenle seçilmiş sadece 13 branş öğrencisi vardı. Okulun “ kule" adı verilen ve döner merdivenle çıkılan egzotik bir bölümü branş dersi atölyeleri idi. Herkesin, özellikle  de küçük sınıfların  oraya çıkmasına pek izin verilmezdi. Haftanın belli günleri gelen mankenler çıplak poz verirlerdi çünkü. O gizemli resim atölyesi ülkemizin sanat yaşamına  çok değerli ressamlar kazandırdı .


YUGOSLAVYA CUMHURBAŞKANI
MAREŞAL TİTO'NUN OKULUMUZU ZİYARETİ
KIZ VE ERKEK TEKNİK OKULLARI ORTAK SERGİSİNDE
CUMHURBAŞKANI CELAL BAYAR (1951)
Giyim atölyesinin şık bir sipariş salonu olduğunu hatırlıyorum, ünlü isimler gelirdi.  Onlara, özel günlerde giyecekleri, hepsi birer sanat eseri olan kostümler özenle hazırlanırdı. Hazırlanan elbiselerin kumaşları ve nakış malzemeleri yurt dışından getirilmiş olurdu. 


SOPHİA LOREN OLGUNLAŞMA ENSTİTÜSÜ MANKENLERİ İLE
Olgunlaşma Enstitüsü ülkemize gelen devlet başkanlarına, ünlü sanatçılara ev sahipliği yapar, devlet protokol programında, gelen dünyaca ünlü isimler için mutlaka bir "Olgunlaşma Enstitüsü Defilesi" yer alırdı. Olgunlaşma Enstitüsünün üst tarafında olan yatakhane Merdivenlerinden nöbetçi öğretmene yakalanmadan, kırmızı halılar üzerinde gerçekleştirilen defileyi ve sadece Hayat mecmuasındaki fotoğraflarından tanıdığımız ünlü isimleri, zor da olsa, orada görme şansı bulurduk.

Ev yönetimi ve beslenme bölümündeki öğrenciler üçüncü sınıfta, altışar kişilik gruplar halinde, dönemin en son teknolojik ev aletleri ile donatılmış ve dekore edilmiş “modern ev”de bir süre yaşarlar  ve uygulama yaparlardı. Evde ziyafetler verilir, misafir ağırlanır, teknolojinin tüm gelişmiş imkanlarını kullanmayı öğrenirdik. Atölyede ise,  kuzinede yemek pişirmeyi, ısınmayı öğrenen bizler, modern evde düğmesine basılınca yanan ocakları kullanmayı da öğrenerek çağa ve geçmişe ayak uydurmayı, yaşamın getireceği şartlara uyum sağlamayı  öğrenirdik.

İyi bir öğretmen, her konuda, bilgi sahibi olmalı, özgür iradesi ile karar verebilmeli, inandığı fikirleri savunabilmeli, belli bir sosyal ve kültürel birikime sahip olmalıydı.
Her sene Talebe Cemiyeti seçim kampanyalarında  yoğun çalışmalar yapılırdı. Adayların  kendilerini ve yönetim kadrolarını tanıtma çabasıyla renkli bir “ demokrasi şenliği" yaşanırdı.

Okulumuz konferans salonunda genelde diğer üniversite ve yüksek okulların katılımıyla değişik ve çarpıcı konularda tartışmalar “münazaralar” yapılır, tezini en  iyi savunan kazanırdı. Aşık Veysel sazıyla, sözüyle konuğumuz olur, Semih Sergen, Cihan Ünal, Işık Yenersu, Cüneyt Gökçer  gibi ünlü sanatçılar şiir yarışması gecelerimizde konuğumuz, jüri üyelerimiz  olurlardı.

Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulu, Askeri Tıbbiye, Siyasal Bilgiler Fakültesi gibi okullar  ile ortak tiyatro ve folklor çalışmaları yaptığımızı, şiir ve edebiyat geceleri düzenlediğimizi hatırlıyorum.
Bazı akşamlar, gruplar halinde diğer üniversitelerin salonlarındaki etkinliklere de katılırdık. Gidecek öğrencilerin listeleri hazırlanarak Nöbetçi Öğretmene verilir, dönüşte ise imza atarak okula teslim olunurdu. Etkinliklere katılanlar yatakhanede etkinlikle ilgili gözlemlerini ve yaşadıklarını anlatırlardı. Ben de ikinci sınıfta DTC Fakültesinde izlediğim Mevlana gecesinde çok etkilenmiş ve yaşadıklarımı defalarca heyecanla arkadaşlarımla paylaşmıştım.

Şimdi, elimdeki küçük dizüstü bilgisayarımda bu satırları yazarken, hayatımızda ilk defa bilgisayar gördüğümüz günü hatırlayarak gülümsüyorum. ODTÜ bahçesinde görmeye gittiğimiz bilgisayar adeta bir oda büyüklüğünde idi. Hayretle ve merakla izlemiştik.
Ülkenin gençlik hareketlerinde öncü olan ODTÜ öğrencilerinin Amerikan Büyükelçisi Commer’in arabasını yaktıkları haberini de set kafeteryanın olduğu  gökdelenin, duvarındaki Amerikan Haberler Merkezi’nin  haber panosunda okumuştuk.   Çerçeveli cam panonun camları,  gençler tarafından, o kadar çok sık kırılırdı  ki, sonunda yetkililer tamir etmekten bıkarak panoyu kaldırmak zorunda kalmıştı.
Set Kafeterya’da hafta sonları çeşitli üniversitelerin okul çayları olurdu, o zamanların gökdeleni olduğu için, son kata  kadar  asansörüne binmek uzaya çıkmakla eşdeğerdi sanki…

Öğretmenlerimiz  opera ve bale  galalarına bizleri  mutlaka götürürlerdi.  Galalarda arka sıralarda da olsa, bize yer ayrılır, bizler de devlet büyüklerini, adını duyduğumuz veya sahnede izlediğimiz sanatçıları, ünlü isimleri fuayede görme imkanı bulurduk. Tabii galalara giderken özenle hazırlanmayı da ihmal etmezdik.

Cumartesi günleri Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nın konserlerini dinler, bu vesileyle konserleri her hafta izleyen İsmet İnönü’yü de görme imkanı bulurduk. Devlet tiyatrolarının oyunlarını da her gün akşamüstü çıkma izni  olan son sınıf ablaların ricalarımızla bizler için aldığı biletlerle hayranlıkla izlerdik.
Ankara Meydan Sahnesi ve Ankara Sanat Tiyatrosu sanatçıları okuldaki tiyatro çalışmalarımızı rejisör ve yönetmen olarak  sahneledikleri gibi, oyunlarına bilet bulmamız konusunda da bize yardımcı olurlardı. Dostlar Tiyatrosu ise favorimizdi.
İyi bir öğretmen sanatsal  aktivitelerden de bilgi sahibi olmalıydı çünkü…

Okulun son yıllarında Ankara’daki Kız Enstitülerinde örnek dersler  vermeye gider, sınıfın öğretmeni tarafından değerlendirilirdik. Böylelikle mesleğe ilk adımı atmış olurduk.

Son sınıfta ise, yoğun bir çalışmayla, araştırmalar yapar, anketler uygular, mezuniyet tezimizi hazırlar, Sınav komisyonu huzurunda tezimizi savunurduk.

Son sınıfın en güzel anılarından birisi sınıf arkadaşlarımız ve öğretmenlerimizle yaptığımız bölge gezisiydi, biz branş olarak Karadeniz Bölgesini seçmiştik, gezinin finansörü ise Milli Eğitim Bakanlığı idi. İyi bir öğretmen yurdunu  tanımalıydı....

Mezuniyet gecemiz bir moda defilesini andırır,  diplomalarımızı alarak mesleğe ilk adımı atacağımız bu geceye özenle hazırlanırdık..
Mezuniyet gecesinde diplomalarımızın yanı sıra meslek yaşantımız boyunca özenle koruyacağımız Atatürk’ün nutku en büyük armağanımız olurdu.

Aile bütünlüğüne çok önem verilen yıllardı, o nedenle mezuniyetten sonra nişanlı olan arkadaşlarımız yoğun bir düğün telaş ve heyecanı yaşarlardı, evli olanlar kura 'ya katılmaz, mutlaka eşlerinin görev yerlerine tayinleri yapılırdı.

Mezun olduktan sonra, kura çekerek atanacağımız yerlere gideceğimiz zamana kadar, mezun olduğumuz okulun kadrosuna tayin edilir, ilk maaşlarımızı okulumuzdan alırdık. Tayin olduğumuz okula gittiğimizde ise, maaş bordrolarımız hazırlanmış olduğundan hiç aksama olmadan maaşlarımız devam ederdi. Tayin olduğumuz yere gitmek için de uzaklığına göre yolluk da ödenirdi.

Atandığımız yörelere bizden önce atanma haberimiz gider, saygıyla karşılanırdık ve biz genç öğretmen adaylarına  her konuda yardımcı olunurdu.
Bize yörenin  en uygun evini kiralamamız sağlanır, ilk günler komşular yeni gelen öğretmenlere sırayla yemek taşırlardı. 
Sayılırdık, sevilirdik...

Yeni görev yerimizde, stajyer öğretmen olarak kendimizi ispat etmek zorundaydık, öğretim yılı içindeki eğitim ve kültürel faaliyetlerimize yönelik çalışmalarımız yıl sonunda öğretmenler kurulunda değerlendirilir, görüşler olumlu ise, kurul kararı ve kaymakamın veya valinin görüş ve değerlendirmeleri ile bakanlığa gönderilirdi. Bakanlık tarafından da onaylanınca asil öğretmen olmaya hak kazanırdık.

Mesleki Teknik Eğitim zamanla gelişti ve değişti,  KTYÖO, Gazi Üniversitesi Mesleki Bilimler Fakültesi, Kız Enstitüleri Anadolu Kız Meslek Lisesi oldu. 

Yazdıklarımı buraya kadar sabır gösterip okuyabildi iseniz, yaşlı hafızamın beni yanılttığını düşünebilirsiniz. 







Günümüzde mezuniyetten yıllar sonra hala atama bekleyen, öğrencisi tarafından dövülen, bıçaklanan, bakanlığı tarafından aşağılanan, teröristler tarafından öldürülen, kaçırılan, maddi imkansızlıklar nedeniyle pazarcılık yapan, simit satan öğretmenlerimizle ilgili haberleri okuyarak böyle düşünmekte haklısınız.
Ben bile okullarımızın bahçelerinden çalınan Atatürk ve Zübeyde hanım büstleri, kutlanması yasaklanan milli bayramlar ve çehresi ve amaçları değişen okulumuzun,  kapısına kamyon dayanıp apar topar Gölbaşı'na sürüldüğü haberlerini okudukça acaba hatırladığım okul yılları" hayal mi idi " diye düşünmekten kendimi alamıyorum.

HAYIR GERÇEKTİ, AMA YAZIK Kİ HAYAL OLDU !!!













NOT ; İçinden Atatürk adı geçtiği için O'nun Millet mektepleri başöğretmeni olduğu gün olan 24 kasım Öğretmenler Günü belki bu yıl kutlanmayacak.

Yine de öğretmenler gününüz kutlu olsun...

Tarihte medeniyet yolunda, nesillerin önüne  çok engeller çıkarılmıştır.  Son yıllarda Türkiye 'de eğitimde yaşanan her türlü zorluğa, zorbalığa, çağ dışı uygulamalara rağmen, ilerideki günlerde tıpkı bizler gibi, "Vicdanı ve irfanı hür nesillerin " yine yetişeceğine ve Türkiye'nin çağı yakalayacağına ve  üzerine çıkacağına inanıyorum...