7 Haziran 2012 Perşembe

ANNELER VE SİLİVRİ


   

Duruşma salonuna girdiğimde göz göze geldik, daha doğrusu, ben öyle zannetmiştim. Daha sonra sohbet ederken güzel yeşil gözlerinin, neredeyse çok yakın mesafeler dışında, görmediğini öğrendim.
Duruşma günleri ona bazen arka sıralardaki izleyici bölümünde rastlıyordum. Çağdaş bir Cumhuriyet kadını görünümü ve tayyörünün yakasındaki özel bir Atatürk  rozeti ile dikkatimi çekmişti.

O gün eskiden oturduğumuz izleyici sıraları boştu, en önde bir beyefendi tek başına oturuyordu.

-Burası boş mu ? diye sordum.

-Burası artık tutuksuz sanıklara ayrıldı…

yanıtını aldım. Bir şey söyleyemeden sadece yutkunabildim. Zaten çok küçük olan salonda izleyiciler için artık çok az yer kalmıştı..

Birden salon karıştı, salona getirilen Danıştay cinayeti sanığı Osman Yıldırım, daha önce kendisinin öldürmeye azmettiği  beş kişiden, ilk sırada olan Tuncay Özkan’ı yumruklamış, Yalçın Küçük’e de saldırmıştı. Duruşmaya ara verildi. Bu olay tutuklu yakınları ve dostları için özel bir fırsattı, çünkü uzaktan uzağa bağırarak da olsa, sevdikleriyle konuşabilme imkanı çıkmıştı. Herkes ön tarafa parmaklıkların önüne gitmişti.

Arka sıralara, o annenin yanına gittim, tanışmalıydım…

O, Cumhuriyet mitinglerine katılan, Atatürk sevdalısı gazeteci evladı için oradaydı. Sözde, çocuğunun suçu sabitti ve belliydi.

Göremeyen gözleri hüzünlü yaşlarla doluydu, salonda tutuklular arasındaki çocuğuna, gözleri göremediği için, bir kerecik dokunabilmek istemiş, ama kurallar gereği yasaklanmıştı!

O’nu saygıyla anımsıyorum.

Tıpkı, o gün tanıdığım, tutuklu eşine göstermemek için gözyaşlarını salon dışında akıtan esir komutanımızın eşi ve diğer komutan eşleri gibi…

Bu vatana kahraman evlatlar kazandıran, elleri öpülesi tutuklu anneleri, evlatlarına babalık görevini de üstlenen yürekli tutuklu eşleri, sizleri “anneler günü”nde saygıyla selamlıyorum…

Dönüş için, yine otobüslerimize bindik, başımı hüzünle otobüsün camına yaslayarak dışarıya baktım. Eski hapishanenin karşısında dev bir yeni hapishane inşaatı hızla yükseliyordu…!


Son not;

Bu yazıyı  “Anneler günü” duygusallığı ile yazmıştım, kahramanımın şahsında Silivri’deki anneleri anlatmak istemiştim.

Ertesi hafta  yazımı mahkeme salonunda, duruşma başlamadan  Sevgi Erenerol’a zor da olsa ulaştırdım. O okurken, izleyici koltuklarının önündeki parmaklıklardan  bağırarak sesimi  duyurmaya çalıştım.
“Yazımın kahramanı anneniz, harika bir anneniz var !!”


 Puslu gözlerle “Biliyorum, öyledir” diye yanıtladı, bütün anneler gibi…

Özenle seçildiğini düşündüğüm bembeyaz giysileri, vakur ve dimdik duruşu, ışıldayan gözleri, aydınlık ve güzel yüzü ile o soğuk ve kasvetli duruşma salonuna hiç yakışmıyordu.

Nuray Somer Bozbey


“Gazetelerden”

Ergenekon Davasının hala tutuklu sanığı Türk Ortodoks Patrikhanesi Basın Sözcüsü Sevgi Erenerol'ün dedesi Papa Eftim Atatürk'ün silah arkadaşıydı. Atatürk Papa Eftim'in Kurtuluş Savaşı sırasında gösterdiği kahramanlığını "Bir Ordu kadar yararlık gösterdi" sözleri ile takdir etmişti.




Papa Eftim, 23 Nisan 1920'de TBMM açılış töreninde Meclis duvarı üzerine çıkarak dua etmiş, Atatürk'ten övgü almıştır.

Atatürk ona "Baba Eftim" diye seslenmiş, İstiklal Savaşı'na katkılarından dolayı İstiklal Madalyası ile ödüllendirmişti.



Ergenekon Savcısı duruşmada Sevgi Erenerol'a soruyor:

"Siz ne biçim Hıristiyansınız, Hz. İsa'dan çok Atatürk'ten bahsediyorsunuz"
Erenerol, 22 Ocak 2008 günü gözaltına alındı ve tutuklandı. Evinden gözaltına alındığı sırada yapılan üst aramasında saatine el konuldu. Saatine el konulmasının gerekçesi nedir bilinmez ama Sevgi Erenerol'un saatini üst arama tutanağına, "içinde Atatürk resmi olan kol saati" olarak geçtiler.
Atatürk'ün Ergenekon'da ilk gözaltısı böylelikle gerçekleşti.




“Bir yorum”

Yazıyı okuyunca dün yaşadıklarımın aynısını gördüm, ağzınıza sağlık, gözleri az gören kulakları iyi duymayan anneleri gördüm. Onlara uzaktan iki çift söz söylemeye çalışan ak saçlı evlatları gördüm. Kocalarına moral veren sırtları kamburlaşmış genç eşleri gördüm.

O kadar çok şey gördüm ki .....   

NURCAN ÖZCAN