"Babasız büyüyen bir komutan
ve
Babasını bekleyen çocuklar …"
Mersin’de İl Kültür Müdürü olduğum yıllardı. O akşam Mersin
Halkevi Kültür merkezinde, Gürer Aykal yönetiminde, bir klasik müzik dinletisi vardı ve Adana’dan özel bir konuk gelmişti ;
6. Kolordu Komutanı Korgeneral Aytaç Yalman….
Opera ve Bale müdürümüzün odasında kendisiyle tanıştık, tam
bir klasik sanat müziği tutkunuydu.
Gürer Aykal ile yaptıkları sohbeti zevkle ve müzik bilgisine duyduğum
hayranlıkla dinledim. Harbokulu 1930
mezunu, emekli bir subay olan Babam da
aynı onun gibi klasik müzik tutkunuydu ve çok zengin bir plak koleksiyonu vardı. Sohbet
sırası bana gelince, asker kızı olduğumu ve babamın tanıdığım tüm
arkadaşlarının da klasik sanat müziği tutkunu olduklarını söyledim. Aytaç Yalman Paşanın
gözleri buğulandı…
“ Benim babam da 1930
mezunu” diye yanıtladı.
Babamın arkadaşlarının çoğunu tanırdım ama onun babasının ismini hatırlayamadım. Hatırlayamamakta da
haklıydım, çünkü baba Yalman, oğlu daha iki yaşında iken, hayatını kaybetmişti.
Aytaç Yalman babasını hiç tanımamıştı…
1930 Harp Okulu mezunlarının çoğu, babaları savaşlarda şehit düşmüş, köyleri basılmış,
evleri yakılmış ve aileleri dağılmış
yetim çocuklardı. Babam okulda yatak sayısı yetersiz olduğu için, bazen iki
arkadaş aynı yatakta yattıklarını anlatırdı. İlerde silah arkadaşlığı olarak
devam edecek olan yatılı ve katı disiplinli askeri okul arkadaşlığı, kardeşlikten
ileri bir yakınlıkla, onları birbirine bağlıyordu. Emeklilik yıllarında ve ölünceye
kadar bu dostluk ve kardeşlik bağları sürdü. Yaşamları boyunca birbirlerini,
özellikle kötü günlerinde, hiç yalnız bırakmadılar.
İmtihanlardan sonra okul bahçesinde 28.04.1929 |
Babamın çok sevdiği arkadaşlarından birisini hatırlıyorum.
Ailede babam da dahil herkes ona “Süleyman birader" derdi. O, Emekli
olduktan sonra, Hukuk Fakültesi sınavlarına girmiş, kazanmış ve avukat olmuştu.
Kaderin bir cilvesi olarak, yıllar sonra “devrim
uğruna” ağır bir suç işleyen
evladını avukatı olarak savunmak zorunda
kalmıştı…
Herkes o davayı
izlemeye gitmek için korkarken, silah arkadaşları ve babam salonda onu hiç yalnız
bırakmamışlardı.
Savunma sonrası duruşma salonundan çıkınca, babamın kollarında bayılan arkadaşının durumu
babamı kahretmiş, her seferinde ağlayarak hatırlar olmuştu.
Yıllar içinde, silah arkadaşlarının ölüm haberlerini teker teker aldıkça babamın nasıl üzüldüğünü, bizlerle defalarca paylaştığı, özel anılarından hatırlıyorum.
Yıllar içinde, silah arkadaşlarının ölüm haberlerini teker teker aldıkça babamın nasıl üzüldüğünü, bizlerle defalarca paylaştığı, özel anılarından hatırlıyorum.
Mersin’deki Konser bitiminde, eşimle birlikte komutanımızı saygıyla
uğurladık. Daha sonra, Adana’da makamında
ziyaret ettim. Babalarımızdan söz
ettik ve onları özlemle andık.
Tanışmamızdan kısa bir süre sonra, orgeneralliğe terfi eden
ve 2. Ordu komutanlığına atanan Aytaç Yalman'ın Adana’da garnizondaki veda
törenine eşim ve ben de davetliydik. Kendisine özel bir armağan götürmeyi planladım.
1930 mezunlarının Fenerbahçe orduevindeki 40. Mezuniyet yılları kutlamasında sınıf
arkadaşlarından Namık Kemal Revi harika iki armağan hazırlamıştı arkadaşlarına.
Birisi, yılların birikmiş anıları ve özenle
derlenen belgelerle hazırlanmış okul yıllığı idi. diğeri ise, mezunların
fotoğraflarından hazırlanmış büyük bir tablo.
Bu tablonun güzel ve anlamlı bir armağan olacağını düşündüm, çünkü babalarımızın bütün arkadaşlarının fotoğrafları bu tabloda idi. Bir çok baba dostunu Aytaç Yalman tanıyamamıştı. Hemen kopyasını hazırlattım, özenle paketledim, artık Adana’ya gitmeye hazırdım.
Bu tablonun güzel ve anlamlı bir armağan olacağını düşündüm, çünkü babalarımızın bütün arkadaşlarının fotoğrafları bu tabloda idi. Bir çok baba dostunu Aytaç Yalman tanıyamamıştı. Hemen kopyasını hazırlattım, özenle paketledim, artık Adana’ya gitmeye hazırdım.
Adana’da 6 Kolordu komutanlığında çok güzel bir hazırlık
yapılmıştı. Komutanıma armağanımı takdim ettim ve hikayesini anlattım.
Hediyemi aldı, teşekkür etti ve gözleri dolarak “Ben babamı
hiç bilmiyorum, fotoğrafını tanıyamam ki ” diye yanıtladı.
Bu yanıt beni çok duygulandırdı, çünkü o genç yaşta
hayatını kaybeden saygın bir askeri hakimin 2 yaşında yetim kalmış oğluydu…
Çağdaş Cumhuriyetimize, onun ulusal
yapısına, milli birlik ve beraberliğimize ve de Atatürk gibi kahraman bir devlet kurucusu ve lideri
yetiştirmiş Türk Silahlı
Kuvvetlerimize karşı, günümüzde
yürütülen “planlı itibarsızlaştırma" hareketini boşa çıkarmak için, işte
bu saygın komutanımızın vereceği bir ifadenin bile yeterli olabileceği,
iftiraya uğramış tüm mağdurlar, aileleri ve çocukları tarafından bekleniyordu.
Ancak babasız kalmış tüm çocukların "sessiz çığlıkları" maalesef kendisi tarafından duyulmadı.
Duyuldu ise de, gereği yapılmadı veya “yapılamadı" ve saygın komutanımız, silah
arkadaşlarının yargılandığı “özel" yetkili mahkemede tanıklık yaparak, “tarihe geçme" fırsatını ve onurunu ne yazık ki kaçırdı.
İftiraya uğradıklarına ve kendilerine karşı amansız bir psikolojik
harekat yürütüldüğüne inanan kahraman subayların eşleri yalnız, çocukları ise babasız kaldı…
Ürkek bir serçe gibi eğme başını, kaldır başını ve dimdik dur! bu senin değil, ülkemin ayıbı, hırpalanmış yerlerinden öperim çocuk.. "Nazım Hikmet" |
Subay kızı, emekli bir Cumhuriyet öğretmeni ve iki çocuk
annesi çağdaş bir Türk kadını olarak bu olay bende tarifi imkansız bir hayal kırıklığı ve isyan dolu buruk bir hüzün yarattı.....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder